Tren istasyonunda durduğumuzda gelip gelmediğimizi ilk başta anlayamadık. Trenden indikten sonra da bir an neye uğradığımızı şaşırdık. Çünkü etrafta o kadar sis vardı ki göz gözü görmüyordu.
Hemen sonrasında ise otelimize yerleşmek üzere daha önceden anlaştığımız taksiye doğru yönelmek oldu. İşte maceramız tam bu anda başlamıştı fakat biz henüz farkında değildik.
Otele yerleşmeden çantalarımızı olduğu gibi bırakarak hem yemek üzere hem de zaman kaybetmeden şehri tanıyalım düşüncesiyle tekrar taksiye binmiştik. Kars’ın meşhur yemeklerinden biri olan kaz etini nerede yiyebiliriz diye hem araştırıyor hem de hem de soruyorduk. Sonunda karar vererek taksiciye Hanımeli Restoranına gitmesini istedik. Taksici orayı ve abisini arayarak orası kapalıymış ben sizi başka bir yere götüreyim diyerek bizi gayet sessiz bir restoranına bırakınca içimizde kurt düştü. Bahar daha uyanık davranarak ve annemi arayacağım diyerek dışarı çıktığında Hanımeli Restoranını arayarak açık olduğunu öğrenince çözülmüştü her şey. Hemen toparlanarak kendi istediğimiz yere varmıştık bile o sinirle.
Artık kesin bir şey vardı yarın ki gezimizde o taksiyi tabi ki kullanmayacaktık ve her şeyi baştan planlamalıydık. Yemeğimiz bitmek üzereyken Dilek Hanım’ın eşine sorunca birkaç numara edindik. Tam o anda aynı trende bizimle gelen birçok kişi restoranın yemek yediğini fark edince “arkadaşlar yarın Çıldır ve Ani yapacak var mı? Demem kendiliğinde gelişti. Bir anda 7 kişi olmuştuk ve bu daha ucuza seyahat etmemiz demekti.
Yine aklımızda bir soru işareti kalmıştı tabi çünkü bizi kandırmaya çalışan taksiciyi kalacağımız yetkilisi önermişti ve bu bizi huzursuz ediyordu. Yarın birlikte gezeceğimiz arkadaş grubu Kars-ı Şirin otelindeyiz dediğinde ve fiyatı da uygun olunca yine hızlıca eski otelden çantalarımız bıraktığımız yerden alarak yeni otelimize yerleşmiş ve rahatlamıştık. Artık rahatça uyuyabilir ve yarın ki güne hazır olabiliriz.
1. Gün (Çıldır Gölü ve Ani Harabeleri)
Sabah heyecanla uyandık. Dünkü ekipten aşağıda kimse yoktu. Bahar’la ufak ufak kahvaltımızı yapmaya başlamışken ekipte yavaş yavaş geldi. Taksici Ömer Abi hepimizden önce gelmişti zaten. Herkes hızlıca bir atıştırdıktan sonra yola koyulduk. Yasin ve ben en arkada. Öykü, Nisa ve arkadaşları arkada, Bahar ise en önde yolculuk başladı.
Zaman biraz geçtikten sonra Ömer abi işte yan taraf Çıldır Gölü demese kimse uyanamayacak. Çünkü bütün yolculuk boyunca tek gördüğümüz renk beyaz. Dağ, taş, ova, yol ve hatta ufukta gökyüzü. Herkeste bir şaşkınlık ifadesi. 1 saatten biraz daha fazla süren yolculuk sonrası araç daracık bir yerden aşağıya doğru inince anladık ki gelmişiz ve işte buz tutan Çıldır Gölü.
İlk defa buz tutan göl üzerinden yürümenin şaşkınlığı ile burada bulunmanın mutluluğu karışınca birbirine Bahar zıplayarak buzu kırma çabalarına başlamıştı J buz kırılmayınca ve yorulunca 1-2 dakika sonra da bıraktı. Bırakın zıplamaya kazma vurarak dahi kırmak için dakikalarca uğraşmamız gerek derken bir araçta buzun üzerinde gezinmeye başlayınca daha da eğlenmeye başladık. Dinlediğimiz hikaye ye göre karşı tepede bulunan köye bulunduğumuz yerden yazın ulaşmak 30 dakika sürerken göl buz tuttuğunda bu süre 5-10 dakikaya kadar iniyormuş. Çünkü minibüs hiç dolaşmadan direkt olarak gölün üzerinden köye ulaşabiliyor. Yazın ise biraz soğuk olsa da yüzülebildiğini öğrenince daha da hayran kalıyoruz.
Sanıyorum 1 saati yaklaşmıştı Çıldır Gölü üzerinden geçirdiğimiz zaman ve karnımız acıkmaya başladığında yapılacak şey belliydi. Kışın bu gölden tutulan Sarı Sazan balığını Atalay’ın Yerinde yemek. Balıklarımızı söylediğimizde iyice heyecanlanmaya başlamıştık. Masamızda yeni tanıştığımız arkadaşlarımız Öykü ve Yasin ile beraber yiyecektik. Balıklar pişene kadar bu havada durulur mu diyerek ben tekrardan dışarı kaçtım ardımdan Bahar…
Biraz daha fotoğraf çektikten sonra balıklar hazır olmuş artık lezzet zamanı. Bakıyorum masada rakılarımız eksik onları da söyledikten sonra her şey tamam. Şu ana kadar tatlı su balığının daha lezzetlisini yemedik diyebiliriz. Herkes hayran herkes mutlu…
Tam dönüşe geçiyorken tanıştığımız Burçay abi bizi atlı kızağa bindirmeden göndermeyeceğini söyledi. Sohbetine doyum da olmuyor, Ani dönüşü bizi köydeki evine davet etmesi de ayrı bir güzellik. Biz atlı kızağa binmeye hazırlanırken Burçay abinin akrabalarından biri olan Bülent Abi noel baba kostümünü giyip beyaz fonda kırmızı kırmızı gezmeye başlayınca zaman daha da eğlenceli hale geldi. Karşısında Kars ağzı ile konuşan ve Çıldır gölünde dolaşan Karslı Noel Baba J
Başlıyoruz bu sefer kızakla Çıldır’ı gezmeyi. Burçay abi yanımızda, bize Kars’ı anlatıyor. Hem bilgi alıyor hem de kızakçı abiyle konuşmalarına gülüyoruz.
Biraz daha burada zaman geçirmek güzel olurdu fakat Yasin ile Öykü’nün yetişmeleri gereken bir uçak var ve daha Ani Harabelerini gezeceğiz.
Dönüş yolunda kimsenden ses çıkmıyor, biraz tatlı yorgunluk. Yasin ve Öykü ile vedalaştıktan hemen sonra diğer arkadaşlar birlikte Ani’ye doğru yola düşüyoruz yine.
Her yer beyaz, köyler beyazlar içinde, dumanı tüten bacalar biraz hüzün ve sessizlik beyaz. Bu düşlerle varıyoruz Ani Harabelerine. Bu yılki gezilerimizin büyük çoğunluğunda Unesco Kültür Mirası listesine peşinde olduğumuzdan Ani’yi de bu listeye eklemenin mutluluğu ile başlıyoruz geziye. Biraz daha ilerledikten hemen sonra karda ilerlemek güç olsa da burada olmanın mutluluğu içinde bata çıka ilerliyoruz.
Fotoğraflarda gördüğümüz Ani Katedrali’nin önüne geldiğimiz de soğuğunda etkisiyle zaman donuyor. Uzaktan dahi hayran kaldığımız yapının içine girdiğimizde bin yıllık büyünün içine giriyoruz. Dönüyoruz, dönüyoruz ve dönüyoruz. Duvarlara anlamsızca yazılan isimlere, yazılara bakınca da üzülüyor ve sinirden küfürler ediyoruz. Menüçehr Cami’nin önüne geldiğimizde ise yapı zaten harika ama manzarasına kelimeler yetmiyor. Arpaçay’ın ayırdığı Ermenistan sınırına Menüçehr Caminin içinde saatler bakmak ve orada uykuya dalmak istiyor. Tabi o soğukta durmak bile imkansız. Ne kadar soğuk olduğunu size şöyle anlatabiliriz sanırım, Bahar’ın telefonu kapandı ve kapalı bir ortama girene kadar açılmadı. Fotoğraf makinesi ise sürekli tutukluk yaptı durdu. Halaskar Kilisesini de görerek dönüşe geçmeye başlamıştık çünkü elimizi, yüzümüzü soğuktan hissetmiyorduk ve hasta olmak en kötüsüydü.
Girişe geldiğimizde ufak bir kulübe de yanan soba ve sıcak bir çay gerçekten iyi gelmişti. Beyaz şehir kararmıştı otele döndüğümüzde biraz dinlenip kendimize gelerek akam yemeği ve şehir turu için tekrardan dışarı çıktık.
Önce Hanımeli Restoranında diğer bir Kars lezzeti Hengel’i tatmak üzere oradaydık. Kars’taki evimiz gibi olmuştu ve kendimize burada iyi ve güzel bir sohbette buluyorduk. Biz yemeğimizi bitirdiğimiz anda yine aynı trenle geldiğimiz Mert ve kız arkadaşı girmişti. Dilek ablanın eşi bize akordiyon ile Sarı Gelin türküsünü ve Hoş Gelişler ola Mustafa Kemal Paşa marşını Kars ağzı ile söyleyince yemekler de gece de daha lezzetli hale gelmişti. Saatlerimiz samimi arkadaşlıklar ve sohbetlerle geçiyordu.
Kars’ı Gotik mimariye sahip eski Rus yapılarını gece görmek için dışarıdaydık fakat birkaç sokaktan sonra tamam demiştik, bu soğuk yeterliydi.
2. Gün
Bahar benden önce kalkmış hatta benim 5 dakika daha yatak dörünme seanslarıma kızıp çoktan odadan çıkmıştı bile. Bu sefer rota da Sarıkamış vardı. Taksi kiralamak yerine toplu taşıma kullanacaktık. Minibüste yemek üzere Kars’ın yöresel lezzetlerinden kete de alarak dondurucu bir sabah soğuğunda minibüsü beklemeye başlamıştık bile. 45-50 dakikalık bir yolculuktan sonra yolun kenarında inerek kayak pistlerine doğru yürümeye başladık. Anladık ki öyle abartıldığı kadar uzak bir mesafe hiç değil.
Daha önce kayak tecrübesi olmayan bizler için kayağı Ankara’da Elmadağ’da öğrenerek buradaki güzel karları bozalım istemedik, o kadar güzeldi. Kristal karın ne demek olduğunu ve güzelliğini anlıyorsunuz burada. Kayak pisti çam ormanlarının tam içinde ve 2. Telesiyejin sonunda 2000’li rakımlara ulaştığınız da soluduğunuz havanın tazeliğiyle ciğerleriniz bayram ediyor. Sessiz ve sakin, hengame ve karışıklık yok aksine bol huzurlu bir güzellikte. Yukarından gördüğünüz manzara da cabası tabi ki. Soğuğa dayanamayacağımızı düşünerek 3. Telesiyeje binerek Karanlık Dere denilen alana gitmeye gözümüz kesmiyor ve inişe geçiyoruz. Aklımızda harika bir beyazlara bürülü çam ormanı manzaraları kalıyor.
Peki kaymak isteyenler neler yapmalı, kiralama opsiyonları, ücretleri nasıl derseniz, kayak takımı kiralaması yapan yerler var ve fiyatlar 35-45 TL arasında değişiyor. Telesiyej kullanımı 5 TL, günlük ve birkaç turluk kiralamalar var. Kars’tan geleceksiniz, Kars-Sarıkamış arası minibüs ücreti 8 TL.
Sıra Bahar’ın keşiflerinden Sarıkamış Kültür evini ziyaret etmek için Sarıkamış merkezine doğru koyuluyoruz. Ufak şehirde bulmak zor olmuyor. İçeri girdiğimizde beklediğimizden farklı bir görüntüyle karşılaştık. Biraz ev hali, biraz değil fazlasıyla. Sobanın başında sıcak kahvelerimizi içerken bir güzel ısınıyoruz. Burayı özel kılan 3000 adet antika ve tarihi özel eşyaların olması. Neler yok ki ama bizim en çok ilgimizi çeken savaş yıllarından kalan silahlar oldu.
Artık geri dönmeliydik ve dönüşte bizi güzel sürpriz bekliyordu. Kars’a girerken Fethiye Camii’nin yakınında inerek burayı görme imkanına sahip olduk. Eski Rus yapısı gerçekten heybeti ile ben buradayım diyordu.
Sonrasında ise Kars peyniri almak için Burçay abiyi aramıştık, o da geri döndüğünden bizi akrabası Yakup abi yönlendirdi. Yakup abi bizi bekledi, aracı ile aldı ve güvendiği, tanıdığı peynirciye götürdü. Biz Yakup abiye piti yemek istiyoruz nerede yemeliyiz diye sormayla kendimizi yeni de arabada bulduk. İkindi saatlerine doğru biten bir yemek olduğundan sorduğumuz iki üç lokanta da kalmamıştı, son şans sorduğumuz yerde ise kalmıştı. Güzel sohbet eşliğinde bu güzel yöresel yemeği de tartmış olduk. Hesabı ödemeye kalktığımızda ise bizi yanına dahi yaklaştırmadı. Üzerimizdeki mahcubiyetle ne diyeceğimizi dahi bilmedik. İşte o zaman anladık ki Kars ne kadar soğuksa inşaları o kadar sıcak.
Neredeyse 3 saatini bize ayıran, piti yemek için lokanta lokanta dolaşıp birde hesabı ödemesi, hem de bir saatlik bir sohbetle tanışmamış olmamıza rağmen. Buradan tekrardan teşekkürlerimizi iletiyoruz hem Burçay abiye hem de Yakup abiye. Onların tek isteği Kars’ın tanınması ve oraları, insanlarını, köylerini ziyaret etmeniz, en batıdan gelerek en doğuya bir köprü uzatmak.
Yeterince üşümüştük ve karnımız da doymuştu ama son gayret Kars Kalesi ve 12 Havari Kilisesini görmek istemiştik. Yakup abi bizi oraya kadar da bıraktı ve artık vedalaşma vakti geldi. Kendisi ile bir fotoğraf çekmemiş olmamızsa hala hayıflanıyoruz.
Akşam olmak üzere olduğu için Kars kalesine çıkmak istemedik ve Kars’a gelmek için bir nedenimiz diye olsun dedik içimizden. 12 Havari Kilisesi ise Kars’ta görmeniz gereken en güzel yapılardan biri. Etrafında kaç durduk anımsamıyorum.
Otele doğru dönmeye başladığımızda gördüklerimiz bizi yine şaşırtıyordu. Duraklarda ısınmak için karton, odun yakarak otobüsü bekleyenler vardı ve bizde bundan faydalandık.
Otele döndüğümüzde ve iyice kendimizden geçmişken ben içimden artık Kars macerası bitti diye düşünmeye başladığım anda Bahar’ın tatlı krizi tutmaya başlamıştı. Otele çok yakın Hasan Usta tatlıcısından künefe sipariş edebiliriz bu soğukta dışarı mı çıkılır diye düşünerek aradık ve tatlıcı ile aramızda geçen konuşma ancak Kars’ta yaşanırdı:
- (Bahar) Biz 70 metre yakınınızdaki otelden arıyoruz, künefe sipariş edecektik.
- (Hasan Usta) abla vallahi tatlı donar soğakta
- (biz) gülmekten cevap veremiyoruz.
Tabi ki gitmeye karar verdik, iyi ki de gitmişiz. Tatlıları kadar tatlı ve sohbetine doyum olmaz bir dost kazandık. Keşke daha önce canımız tatlı çekseydi diye geçirdik içimizden. Bize otelimize kadar eşlik etme nezaketini gösteren Hasan Usta seni de unutmayacağız.
Yorum Yok